23 Haziran 2014 Pazartesi

Yeryüzü ve "Zor" Duygusu

Yeryüzü neredeyse hiçbir zaman bir anlam ifade etmemiş ya da bir anlam katmamıştır bana. Bunlar şöyle dursun bir anlama bile itmemiştir beni. Yeryüzü kelimesi bile hiçbir şey ifade etmiyor uzun uzadıya düşündüğümde dahi. Yeryüzü denildiğinde tüylerim diken diken olmuyor, kalbim daha hızlı atmıyor, gözlerimin önünde sıra dışı şeyler belirmiyor örneğin. Yeryüzü ile duygusal ya da kimyasal bir bağ bir kenarda dursun, fiziki bir bağ kurduğum konusunda bile şüphelerim var. Ya da bu fiziki bağ beni yeterince tatmin etmiyor. Yeryüzünün devinimimdeki rolünü yadsımaya kadar varıyor iş. Yeryüzü diyorum, yeryüzü, yeryüzü, yeryüzü ve dafalarca daha yeryüzü. Yine de kanıksayamıyorum bu belli belirsiz varoluşu. Bir sıradanlığın ölçütü de kabûl edemiyorum onu, hangi sıradanlığa sığar ki bu denli kapsayıcı olmak? Hem sıradan olsa, defalarca yeryüzü demem işe yarar ve çabucak kabûllenebilirdim onun sıradan varoluşunu. Bir kompozisyonun en sığ ögesi de diyemiyorum çünkü dilim varmıyor böyle söylemeye. Binalar var, asfaltlar, yapılar, yeryüzü üzerine kurulmuş envai çeşit yapılar. Bu yüzden her zaman dolaylamak zorunda kalıyorum onunla ilişkimi. Mesela sol kolum kadar yakın hissetmiyorum ona kendimi. Ya da sol kolum kadar yakın hissedemediğimden dolayı sol kolum kadar yakın değil bana. Demek ki doğru söylediğim bir şeyler var: Yeryüzü pek de yaşatmıyor beni.

1 Mayıs 2014 Perşembe

3. Cins: Kadın Hareketinin Savurganlığı

Kadının erkeği idealize etmek istemesinin temelinde, çok açık bir şekilde "özne" olma istemi ve kendi iradesini bir yolla ortaya koyma çabası bulunmaktadır. Tarih boyunca ezilmiş, bir nesne olarak görülmüş, insani ikiciliğe mâruz kalmış, çoraklaştırılmış, bir sanat devrinde dahi, ancak sanatın ve edebiyatın nesnesi olabilmiş kadının, modern dönemdeki bu tepkisi oldukça doğal hatta yerindedir. Fakat kimi çılgınların, bu tepkinin samimiyeti konusunda şüpheye düşmelerine de müsaade edilmelidir. Örneğin; bu çılgınlar, kadın hareketinin, kendini nasıl ve ne şekilde konumlandıracağından çok, kendisine karşıt aldığı özneyi nasıl konumlandıracağı üzerine yoğunlaştığını söyleyebilir. Hatta bazıları daha da ileri gider ve erkeği, kadının karşıtı olarak alan tutumun, asla bir kadın hareketi olamayacağını, olsa olsa bir anti-penis hareketi olabileceğini iddia edebilir. Bu da yetmezmiş gibi, kadının hürleşme çabasının, "kendi kendimi köle yapabilir miyim?" sorusuna paralel olduğunu, bu paralelliğin de aslında bunun toplumsal değil bireysel bir tavır göstereceğini pekâlâ savunabilir. Bütün bunlara karşın, kadın hareketi, bu çılgınları, ataerkillikle, genelekçilikle hatta yobazlıkla itham edebilir ve yine kendini savunmaktan çok, karşıt olduğu şey üzerinden duruş sergilemeye devam eder. Bu noktada, kimi çılgınların iddia ettiği şeylerin aslında çok da uçuk olmadığı gün yüzüne çıkar. 

3. Cins: İdealize Edilmiş Erkek





Doğa, olağan üstü bir yalınlıkla, çatışkı durumunda her zaman iki özne var sayar. Fakat doğanın dışına taşan insanda, durum o kadar basit ve anlaşılır değildir. Erkek, çatışkı alanınında öylesine yalnızdır ki, hem çatışan özne olmakla, hem de çatışılan bir nesne olmakla yükümlüdür. Kadın ise, kendisinin doğadaki rolünün çatışkı alanı yaratmak olduğunu kanıksamış durumdadır. Bu rol, erkeğin her duruma karşı pozisyonunu belirlemeye, ona "iyi" kavramı altında nitelik ve tavırlar bütünü yüklemeye ve hatta onu biçimlendirip idealize etmeye değin vardırılabilir: Örneğin, erkek, hem rasyonelliğin ötesinde bir sevgi beslemeyle hem de bu sevgiyi mantıksallaştırmakla yükümlü tutularak, doğal olmayan bir çatışkının içine sıradan ve doğal bir tutumla bırakılabilir, bu çatışkıyla baş etme iradesiyle yargılanabilir ve arzu edilen konumlanmayla idealize edilebilirdir. İşte idealize edilmiş bu doğa-dışı erkek, kadın tarafından yaratılmış bir üçüncü cinstir. 



Kadın eliyle var edilmiş üçüncü cins, öylesine mâhir bir doğallıkla kanıksanmıştr ki, doğa durumundaki erkek kolaylıkla geleneksel olmakla, ataerkillikle ve nadanlıkla itham edilebilir, hatta çoğu zaman idealize erkek örnek gösterilerek doğal konumdaki erkek bu yeni sürüme dönüştürülmeye çalışılabilir. Doğa durumunda, kadın ne kadar nadan ve umursamazsa, erkek de o kadar nadan ve umursamazdır. Zirâ bu niteliklerin, herhangi bir insan cinsine has olmadığı, açıklanmaya çalışılması gülünç duruma düşürecek türden bir önermedir. Durum böyleyken, erkeğin başkalaşım dinamiklerinin, bilhassa bu nitelikler üzerinden savunulması, idealize edilmiş bir anlaşılmazlık ve bu anlaşılmazlık içerisinde kadının kolayca manevra yapabileceği olağan üstü bir hareket alanı doğurmaktadır.