1 Eylül 2012 Cumartesi

Hegel, Nietzsche ve Marx Felsefelerinde ‘’İnsan’’



Hegel, Nietzsche ve Marx Felsefelerinde ‘’İnsan’’


Felsefe tarihine bakıldığında hemen her filozof insanın özüne dair bir şeyler söylemiş ve bu özü kavramaya ve aktarmaya çalışmıştır. Biz bu yazıda 3 önemli filozofun insanın özünü kavrama çabasını inceleyerek ‘’insan’’ hakkında bir fikir edinmeye çalışacağız.

Öncelikle ‘’insan’’ı araştırırken filozofun seçim yapması gereken iki yolu vardır. İnsan kavramına mı bakacağız yoksa yaşayan insana mı? Elbette bu seçim filozfların genel felsefelerine uygunluk gösterecektir. Bu yüzden Hegel yaşayan insana değil ‘’insan’’ kavramına bakar.O, Antik Yunan'dan beri süregelen insan anlayışı geleneğini bozmayarak insanın özünün ''akıl'' olduğunu söylemekle beraber, insanı ve aklı verili bir şey olarak değil, oluş hâlinde, olagelen bir şey olarak tasarlamış ve bu geleneğe farklı bir bakış açısı kazandırmıştır. Hegel felsefesinin asıl ereği ise bu oluş hâlinin nasılını ortaya koymak,yani kendi başına boş bir kavram olan ''insan''ın kendisini gerçekleştirme sürecini ortaya koyarak bu kavrama içerik kazandırmaktır.Zirâ Hegel'e göre hakikat her şeyden önce bir şeyin nasılını bilmektir.Ve yine hakiki olan nesnenin kavramına uygunluğudur.Bir nesne olması gerektiği şey ise hakikidir.Her ne kadar Camus ''İnsan ne ise o olmayı reddeden tek mahluktur'' dese de.Bu bağlamda ''oluş''un hakikatini araştıran Hegel karşıtların birliği ilkesinden hareketle ''mutlak ide''ye varır.Mutlak ide ise kavramın ve nesnenin birbirine uygunluğu daha da doğrusu birliğidir.Mutlak idenin kendi bilincine vardığı durum ise Geist'tır.Hegel felsefesinin temelini oluşturan Geist'ın kendisini açma süreci, aslında insanın kendi kendisini yaratma, kendisini gerçekleştirme sürecidir. Max Scheler Hegel’in insan görüşünü özetler nitelikte ‘’ İnsan kendini özgürce biçimlendiren varlıktır.İdeal olan ”tam-insan” olmaktır.Tam insan özüne varmış insandır.’’ der. Hegel’in bu insan görüşü ‘’insan’’ kavramından yola çıkılarak oluşturulmuş bir akıl yürütmedir.


Nietzsche ise insanı Hegel'in aksine insan kavramından hareketle değil, yaşayan  insandan, bireyden hareketle ele alır. Nietzsche'ye göre iki tip insan vardır; yaratıcı insan ve sıradan insan.Ve insanın özü sıradan insanda değil, yaratıcı insanda aranmalıdır.Bu yüzden üzerinde durulması gereken insan tipi yaratıcı insan, bir başka deyişle trajik insandır. Fakat sürü insanından da kısaca bahsetmek yaratıcı insanı kavrayabilmek için yararlı olacaktır. Sürü insanı kimdir? Kendi değerlendirmesi olmayan, varolan ahlak anlayışını sorgusuzca kâbul eden ve her bir durumda ona sığınan kişidir sürü insanı. Korkaktır, zayıftır.Fakat zayıf olduklarını kabullenmezler.Yine de bir Skandinav atasözünün söylediği gibi:Zayıflar arasında en güçlüsü zayıf olduğunu unutmayandır.Yaşamak temel erektir,pasiftir ve sadece sorunsuzca yaşamaya odaklanmıştır.İşte sürü insanı budur. Bu noktada yaratıcı insana geçmeden önce Eski Yunan şairlerinden Teognis'in şu dizelerini dikkate almak gerekir: Ne soğandan gül çıkar,Ne köleden özgür insan.Bu nokta başka bir tartışma konusu olsa da köle ruhlu bir insandan yaratıcı insan çıkmayacağı konusunda Nietzsche ile Teognis hemfikir gibi görünüyor. Dahası Nietzsche yaratıcı insan tesadüfen ve bir istisna olarak ortaya çıkar derken sürü insanından yaratıcı insanın çıkmayacağını, yaratıcı insanın ancak güzel bir tesadüf olarak istasnai bir durumla ortaya çıktığına vurgu yapıyor.Öyleyse istisna olarak ortaya çıkan yaratıcı insan kimdir? İnsana özünü veren yaratıcı insanın nitelikleri nelerdir? Bu insan tipi, insansal tüm nitelikleri kendisinde toplayan, insana ilişkin realitesi kendisi olan kişidir. Hayata bütünüyle evet der, değerler yaratır.Bu değerlere kıymet verilmeyeceğini biliyordur, fakat yine de değer yaratmaktan vazgeçmez.Şüphesiz bu trajik bir durumdur. Yaratıcı insanın trajikliği buradan gelir.Ve hayatın bir ereği olmamasına rağmen ona bütünüyle evet demesi de trajedinin bir başka boyutudur. İşte değerler yaratan bu istisnai insan tipi insana özünü veren insan tipidir.Yaratıcı insandan hareketle diyebiliriz ki, insan değerler yaratan ve o değerlere göre yaşayabilen varlıktır.

İnsanı tarihsel bir varlık olarak inceleyen bir diğer kült filozof Marx ise Nietzche'ye benzen biçimde yaşayan insana bakarak insanın özünü ortaya koymaya çalışmış ve fakat Nietzsche'den farklı biçimde yaratıcı insana değil birey olarak insana yani sıradan insana-proleteryaya- bakarak insanın özü problemine eğilmiştir.Marx'ın genel felsefesini oluşturan ''üretim ilişkileri'' kavramı insanın özü konusunda da Marx'ın referansı ve çıkış noktası olmuştur.Marx,İnsanı insan yapan şey nedir sorusuna üretim etkinliği cevabını verir.İnsan üreten-doğayı dönüştürebilen- bir şeydir. İnsan dışında hiçbir varlık bu güce sahip değildir. Öyle ki, yapma nesneler, doğanın dönüştürülmüş hâlleri olarak nesneler, mesela bir pet şişe veyahut bir kağıt parçası insan emeğinin somutlaşmış hâlidir. Fakat kapitalizmle beraber, insanlar kendi emeklerine ve kendi ürünlerine yabancılaşmıştır. Kapitalizmin ve işgücünün büyümesi ile birlikte insan makinenin bir dişlisi hâline gelmiş, üretmenin hazzını kaybetmiş ve bu hâlde insanlıktan çıkmıştır. İnsanın yeniden insan olabilmesi için Marx'ın önerisi insanların serbest zaman sahibi olabileceği bir ekonomik düzendir.Yani komünizm.Ancak bu şekilde insan yabancılaşmadan sıyrılıp yeniden insan olabilecektir.

İmdi insan nedir sorusuna üç farklı yanıt bulmuş olduk. Hangi yanıtın insanın özünü vermek konusunda daha yetenekli olduğu konusunda elbette ki uzun bir tartışmaya girmek gerekir. Yanıtların realiteye uygunluğu ve insanın değerinin hakkının verilmesi bu tartışmadaki temel ölçütlerimiz olmalıdır. Hegel'in insan kavramından yola çıkarak insanın özünü ortaya koymaya çalışması elbette ki ilk bakışta kendi içinde tutarlı ve akla yatkın gelecektir. Fakat Hegel'in insanını realiteye giydirmeye kalkışırsak pek de başarılı olabileceğimizi söyleyemeyiz. Zirâ reel hayatta Geist'ın somut bir görünümüne rastlayamayız. İnsanı tanımak için zihnimizde dönüp duran fakat çıkarıp gösteremediğimiz bir insan kavramına değil deneyimleyebildiğimiz yaşayan insana bakmalıyız, onların niteliklerini diğer varlıklardan onu ayıran şey olarak ortaya koymalıyız. Şüphesiz ki Marx'ın ''insan üreten şeydir'' tanımı insanın özünü ortaya koymaya Hegel'in Geist'ından daha yetenekliyse de ''insan sadece üreten, ekonomik bir varlık mıdır?'' sorusunu yanıtlamaya yeteneksizdir. Çünkü insanı sadece ekonomik bazda değerlendirmek insanın değerini ona teslim etmeyecektir. İnsanın değerini teslim eden yanıt ise ''İnsan değer yaratan varlıktır'' cevabıdır. Pekâlâ her insan değil ama yaratıcı insan değer yaratan ve o değerlere uygun yaşayabilen varlıktır.Yaratıcı insanın bu özü kavram olarak insana da dolayısıyla sıradan insana da atfedilebilir.

Yazıma bir  Bertolt Brecht şiiriyle son vermek istiyorum.Bu şiir iyi insana, trajik insana sürüden yükselen bir sesse eğer;


şimdi bizi iyi dinle:
düşmanımızsın sen bizim
dikeceğiz seni bir duvarın dibine
ama madem bir sürü iyi yönün var
dikeceğiz seni iyi bir duvarın dibine
iyi tüfeklerden çıkan
iyi kurşunlarla vuracağız seni
sonra da gömeceğiz
iyi bir kürekle
iyi bir toprağa

...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder