Hegel, Nietzsche ve Marx Felsefelerinde ‘’İnsan’’
Felsefe tarihine
bakıldığında hemen her filozof insanın özüne dair bir şeyler söylemiş ve bu özü
kavramaya ve aktarmaya çalışmıştır. Biz bu yazıda 3 önemli filozofun insanın
özünü kavrama çabasını inceleyerek ‘’insan’’ hakkında bir fikir edinmeye
çalışacağız.
Öncelikle ‘’insan’’ı
araştırırken filozofun seçim yapması gereken iki yolu vardır. İnsan kavramına
mı bakacağız yoksa yaşayan insana mı? Elbette bu seçim filozfların genel
felsefelerine uygunluk gösterecektir. Bu yüzden Hegel yaşayan insana değil
‘’insan’’ kavramına bakar.O, Antik Yunan'dan beri süregelen insan anlayışı
geleneğini bozmayarak insanın özünün ''akıl'' olduğunu söylemekle beraber,
insanı ve aklı verili bir şey olarak değil, oluş hâlinde, olagelen bir şey
olarak tasarlamış ve bu geleneğe farklı bir bakış açısı kazandırmıştır. Hegel
felsefesinin asıl ereği ise bu oluş hâlinin nasılını ortaya koymak,yani kendi
başına boş bir kavram olan ''insan''ın kendisini gerçekleştirme sürecini ortaya
koyarak bu kavrama içerik kazandırmaktır.Zirâ Hegel'e göre hakikat her şeyden
önce bir şeyin nasılını bilmektir.Ve yine hakiki olan nesnenin kavramına
uygunluğudur.Bir nesne olması gerektiği şey ise hakikidir.Her ne kadar Camus
''İnsan ne ise o olmayı reddeden tek mahluktur'' dese de.Bu bağlamda ''oluş''un
hakikatini araştıran Hegel karşıtların birliği ilkesinden hareketle ''mutlak
ide''ye varır.Mutlak ide ise kavramın ve nesnenin birbirine uygunluğu daha da
doğrusu birliğidir.Mutlak idenin kendi bilincine vardığı durum ise
Geist'tır.Hegel felsefesinin temelini oluşturan Geist'ın kendisini açma süreci,
aslında insanın kendi kendisini yaratma, kendisini gerçekleştirme sürecidir. Max
Scheler Hegel’in insan görüşünü özetler nitelikte ‘’ İnsan kendini özgürce
biçimlendiren varlıktır.İdeal olan ”tam-insan” olmaktır.Tam insan özüne varmış
insandır.’’ der. Hegel’in bu insan görüşü ‘’insan’’ kavramından yola çıkılarak
oluşturulmuş bir akıl yürütmedir.
Nietzsche
ise insanı Hegel'in aksine insan kavramından hareketle değil, yaşayan insandan, bireyden hareketle ele alır. Nietzsche'ye
göre iki tip insan vardır; yaratıcı insan ve sıradan insan.Ve insanın özü sıradan
insanda değil, yaratıcı insanda aranmalıdır.Bu yüzden üzerinde durulması
gereken insan tipi yaratıcı insan, bir başka deyişle trajik insandır. Fakat
sürü insanından da kısaca bahsetmek yaratıcı insanı kavrayabilmek için yararlı
olacaktır. Sürü insanı kimdir? Kendi değerlendirmesi olmayan, varolan ahlak
anlayışını sorgusuzca kâbul eden ve her bir durumda ona sığınan kişidir sürü
insanı. Korkaktır, zayıftır.Fakat zayıf olduklarını kabullenmezler.Yine de bir
Skandinav atasözünün söylediği gibi:Zayıflar
arasında en güçlüsü zayıf olduğunu unutmayandır.Yaşamak
temel erektir,pasiftir ve sadece sorunsuzca yaşamaya odaklanmıştır.İşte sürü
insanı budur. Bu noktada yaratıcı insana geçmeden önce Eski Yunan şairlerinden
Teognis'in şu dizelerini dikkate almak gerekir: Ne soğandan gül çıkar,Ne köleden
özgür insan.Bu nokta başka bir tartışma konusu olsa da köle ruhlu bir insandan
yaratıcı insan çıkmayacağı konusunda Nietzsche ile Teognis hemfikir gibi
görünüyor. Dahası Nietzsche yaratıcı insan tesadüfen ve bir istisna olarak
ortaya çıkar derken sürü insanından yaratıcı insanın çıkmayacağını, yaratıcı
insanın ancak güzel bir tesadüf olarak istasnai bir durumla ortaya çıktığına
vurgu yapıyor.Öyleyse istisna olarak ortaya çıkan yaratıcı insan kimdir? İnsana
özünü veren yaratıcı insanın nitelikleri nelerdir? Bu insan tipi, insansal tüm
nitelikleri kendisinde toplayan, insana ilişkin realitesi kendisi olan kişidir.
Hayata bütünüyle evet der, değerler yaratır.Bu değerlere kıymet verilmeyeceğini
biliyordur, fakat yine de değer yaratmaktan vazgeçmez.Şüphesiz bu trajik bir
durumdur. Yaratıcı insanın trajikliği buradan gelir.Ve hayatın bir ereği
olmamasına rağmen ona bütünüyle evet demesi de trajedinin bir başka boyutudur.
İşte değerler yaratan bu istisnai insan tipi insana özünü veren insan
tipidir.Yaratıcı insandan hareketle diyebiliriz ki, insan değerler yaratan ve o
değerlere göre yaşayabilen varlıktır.
İnsanı tarihsel bir
varlık olarak inceleyen bir diğer kült filozof Marx ise Nietzche'ye benzen
biçimde yaşayan insana bakarak insanın özünü ortaya koymaya çalışmış ve fakat
Nietzsche'den farklı biçimde yaratıcı insana değil birey olarak insana yani
sıradan insana-proleteryaya- bakarak insanın özü problemine eğilmiştir.Marx'ın
genel felsefesini oluşturan ''üretim ilişkileri'' kavramı insanın özü konusunda
da Marx'ın referansı ve çıkış noktası olmuştur.Marx,İnsanı insan yapan şey
nedir sorusuna üretim etkinliği cevabını verir.İnsan üreten-doğayı
dönüştürebilen- bir şeydir. İnsan dışında hiçbir varlık bu güce sahip değildir.
Öyle ki, yapma nesneler, doğanın dönüştürülmüş hâlleri olarak nesneler, mesela
bir pet şişe veyahut bir kağıt parçası insan emeğinin somutlaşmış hâlidir.
Fakat kapitalizmle beraber, insanlar kendi emeklerine ve kendi ürünlerine
yabancılaşmıştır. Kapitalizmin ve işgücünün büyümesi ile birlikte insan
makinenin bir dişlisi hâline gelmiş, üretmenin hazzını kaybetmiş ve bu hâlde
insanlıktan çıkmıştır. İnsanın yeniden insan olabilmesi için Marx'ın önerisi
insanların serbest zaman sahibi olabileceği bir ekonomik düzendir.Yani
komünizm.Ancak bu şekilde insan yabancılaşmadan sıyrılıp yeniden insan
olabilecektir.
İmdi insan nedir
sorusuna üç farklı yanıt bulmuş olduk. Hangi yanıtın insanın özünü vermek
konusunda daha yetenekli olduğu konusunda elbette ki uzun bir tartışmaya girmek
gerekir. Yanıtların realiteye uygunluğu ve insanın değerinin hakkının verilmesi
bu tartışmadaki temel ölçütlerimiz olmalıdır. Hegel'in insan kavramından yola
çıkarak insanın özünü ortaya koymaya çalışması elbette ki ilk bakışta kendi
içinde tutarlı ve akla yatkın gelecektir. Fakat Hegel'in insanını realiteye
giydirmeye kalkışırsak pek de başarılı olabileceğimizi söyleyemeyiz. Zirâ reel
hayatta Geist'ın somut bir görünümüne rastlayamayız. İnsanı tanımak için
zihnimizde dönüp duran fakat çıkarıp gösteremediğimiz bir insan kavramına değil
deneyimleyebildiğimiz yaşayan insana bakmalıyız, onların niteliklerini diğer
varlıklardan onu ayıran şey olarak ortaya koymalıyız. Şüphesiz ki Marx'ın
''insan üreten şeydir'' tanımı insanın özünü ortaya koymaya Hegel'in
Geist'ından daha yetenekliyse de ''insan sadece üreten, ekonomik bir varlık
mıdır?'' sorusunu yanıtlamaya yeteneksizdir. Çünkü insanı sadece ekonomik bazda
değerlendirmek insanın değerini ona teslim etmeyecektir. İnsanın değerini
teslim eden yanıt ise ''İnsan değer yaratan varlıktır'' cevabıdır. Pekâlâ her
insan değil ama yaratıcı insan değer yaratan ve o değerlere uygun yaşayabilen
varlıktır.Yaratıcı insanın bu özü kavram olarak insana da dolayısıyla sıradan
insana da atfedilebilir.
Yazıma bir Bertolt Brecht şiiriyle son vermek istiyorum.Bu
şiir iyi insana, trajik insana sürüden yükselen bir sesse eğer;
şimdi bizi iyi dinle:
düşmanımızsın sen bizim
dikeceğiz seni bir duvarın dibine
ama madem bir sürü iyi yönün var
dikeceğiz seni iyi bir duvarın dibine
iyi tüfeklerden çıkan
iyi kurşunlarla vuracağız seni
sonra da gömeceğiz
iyi bir kürekle
iyi bir toprağa
...
düşmanımızsın sen bizim
dikeceğiz seni bir duvarın dibine
ama madem bir sürü iyi yönün var
dikeceğiz seni iyi bir duvarın dibine
iyi tüfeklerden çıkan
iyi kurşunlarla vuracağız seni
sonra da gömeceğiz
iyi bir kürekle
iyi bir toprağa
...