28 Kasım 2011 Pazartesi

Gerçeküstü Bir Gerçeklik: Kafkaesk

Kafka’yı ilk okuduğum zamanlardı. Kafka metinlerine verdiğim ilk tepki ''saçma''dan ibaretti. İlk zamanlar bu tepkimin onu anlamamaktan kaynaklandığını düşünsem de sonradan anladım ki onun da almak istediği tepki tam da buydu. "Gregor Samsa bir sabah korkulu bir düşten uyanınca, yatağının içinde kendini korkunç bir hamamböceği olarak buldu.'' diye başlarken Kafka Dönüşüm'e,benim de bir sabah uyandığımda hamamböceği olacağımı düşünerek uyuduğum çok gece oldu . Evet, belki bu çok saçmaydı; ama öleceğimizi bildiğimiz hâlde var gücümüzle yaşamaktan daha saçma değil.

Öncelikle ; Kafka'nın yaşadığı zamanda yaşamayı çok istediğimi belirtmem gerekiyor.. Zirâ 20. yüzyılın başlarına denk gelen bu kaotik dönem,  düşünce tarihinin ve sanat tarihinin dönüm noktalarından biridir. Kafka'nın da bu dönüm noktasının en etkin isimlerinden olduğu kesindir.  Bu noktada, imgesel düşüncenin dönemin sanatsal karakteristiğini oluşturduğu söylenebilir ve Kafka imgesel düşüncenin edebiyattaki temsilcileri arasında en başa rahatlıkla yazılabilir.Ayrıca dönemde hâkim olan umutsuzluk ve korku hâlinin sanatı ve felsefeyi doğurgan hâle getirdiğini de bu noktada not etmek gerekir.

İşte bu doğurganlığın edebiyat tarihine kazandırdığı Kafkaesk ekolünü tek bir sözcük ile ifade etmem gerekseydi, o tek sözcük ''flu'' olurdu. Flu sözcüğü burada,bir bulanıklığın,bir umutsuzluğun ve hayatın saçmalığının alenen ortaya koyulduğu,olağan dışılığın olağanmış gibi aktarıldığı bir hipnoz hâlini anlatır.Bu nedenledir ki edebiyat ve felsefe çevreleri, Kafka'yı varoluşçu olarak anarken haksız sayılmazlar. Hayranı olduğu Nietzsche'nin de bunda büyük etkisi vardır.Ayrıca varoluşçu izlerin yanında yazının başında da belirttiğimiz gibi absürd bir yazar olarak da karşımıza çıkar Kafka. Gerek usdışı üslûbuyla; gerek işlediği yalnızlık, acımasızlık, umutsuzluk ve saçmalığa boyun eğme temalarıyla ona absürd bir yazar demek de yanlış olmaz diye düşünüyorum. Ki Absürdist filozof Camus de Kafka'yı absürd bir yazar olarak kabul eder. Ayrıca Absürdizm'in dayanağı kabul edebileceğimiz Kierkegaard da Kafka'nın etkilendiği isimlerdendir.

''Kafkaesk'' edebiyat literatüründeki nadide yerini dışlanmışlığına ve aşağılanmışlığına borçludur.Yalnızca Almanlar ve Çekler tarafından değil Yahudiler tarafından da dışlanan Kafka küçükken de kendisini ''hiçbir şey'' olarak tanımlarken,bu dışlanmışlığı ve aşağılanmışlığı önceden sezmiş gibidir. Ama ''Kafkaesk'' ekolü bence tam da bu dışlanmışlık duygusu sayesinde doğmuştur.

Hermeneutik bir dille söylersek, bir yazarı anlayabilmek  o yazarın dünyasına girebilmeyi gerektirir. Zirâ ''ben'' ve yazar ayrı dünyaya aittirler. Anlaşmak için bu dünyaları kesiştirmek zorunlu bir önkoşuldur.
Kafka’nın dünyasına girdiğimizde karşımıza çıkan kavramlar. ''saçma'', ''umutsuzluk'', ''bulanık'', ''korku'', ''yalnızlık'', ''adaletsizlik''tir. Dolayısıyla Kafka'nın iç ve dış dünyası bu kavramların egemen olduğu bir dünyadır ve onu anlamak böyle bir dünyanın içinde yaşayan ve iç dünyası da bu kavramlarla örülmüş bu müthiş dehânın yaşam dünyasına girme,onu hissetme cesaretini gerektirir.


Bütün bunların yanında Kafka'ya sanatçı demekten çekiniyorum.Bu cümle en başta Kafka'ya yapılmış bir haksızlık gibi algılansa da sanatın ve felsefenin neliğini ortaya koyduğumuz zaman,kimin sanatçı kimin filozof olduğunu daha iyi kavrayabilir ve kişileri buna göre kategorize edebiliriz.Sanat nedir sorusuna verilebilecek mâkul cevaplardan birisi,''sanat, yalan söylemek işidir'' cevabıdır.Gerçeklik o kadar kötüdür ve can yakıcıdır ki insanlar dünyanın gerçekliğinden uzaklaşmak ve bu dünyanın dışına çıkmak için sanatı bir sığınak olarak görmüşlerdir.Nietzsche'nin de sanatın hakikatten daha değerli olduğuna vurgu yapması da bu savı destekleyici niteliktedir.Bu anlamda Kafka bir sanatçı değildir. Çünkü Kafka bize yalan söylemez. Aksine hayatın saçmalığı gerçeğini her fırsatta yüzümüze vurur. Her ne kadar bunu gerçeküstü bir anlatımla yapıyor olsa da gerçek olan tam da bu saçmalık, bu umutsuzluk, bu bulanıklıktır. Sanatçı bizi bu saçmalıktan, umutsuzluktan ve de bulanıklıktan çekip çıkaran kişidir. Bu bağlamda ben Kafka'yı bir sanatçı olarak değil bir filozof olarak görmeyi ve ona öyle davranmayı yeğliyorum.

Kafka'yı okumak sanki tüm sanat eserleri gibi bizim kendimizi başka bir dünyada hissetmemizi ve bu dünyadan uzaklaştığımızı zannetmemizi sağlayarak klasik sanat anlayışını olumlar gibidir.İşte Kafka'yı bambaşka kılan da bizi bambaşka bir dünyanın içinde gibi hissettirip sonra tam da bu dünyanın içinde olagelen şeyleri anlattığını fark etmemizi sağlamasıdır.Her ne kadar Kafka'nın bize verdiği entelektüel haz bir orgazm anından daha fazlasını vaadetsetse de, bizi sürüklemiş olduğu karanlık dehliz ve anlamsızlık denizi bir sanatçının okuyucuyu götürmek istediği yer olmamalıdır. Kafka'nın eserlerinden aldığımız haz bu anlamda bizi içine sürüklediği öykünün aniden etrafımızda belirivermesini başarmasından kaynaklanır.Sinemada Tarkovski'nin yaptığı şeyi yani ölümün gerçekliğini vurgulayan ve bir bakıma okuyucunun yaşarken ölmesine sebep olan Kafkaesk, bize bu dünyanın dışına çıkmamamızı emreder. Elbette onu okuyan birçok kişi; “daha nasıl çıkacağız bu dünyanın dışına, anlatılardaki olaylar bu dünyada olabilecek şeyler değil” dese de ben bu olayların vurgu yaptığı absürd yaşamın tam da bu dünyanın gerçeği olduğunu düşünüyorum ve ne zaman Kafka okusam, bu dünya ile yüz yüze geliyor ve yüzümü çevirecek başka bir yön bulamıyorum.



Bir yalancıdan Kafka'ya not:

Bir hamamböceği için bile hayat mükemmel olabilir
Çünkü hayat böceklerin dilinden konuşmasını da bilir
Her insanın içinde bir hamamböceği uyuyorsa eğer
Tanrı,karanlık bir sabah onu uykudan uyandırabilir


Son olarak ise Milena'dan bahset''me''mek istiyorum.Kafka'yı konu edinip Milena'dan bahsetmemek olur mu? Evet,olur. Popülizmin gereği midir bilmem ama Kafka isminin zorunlu bir ardışığı olarak kullanılır âdeta Milena.Çünkü,bir aşk hikayesidir bu.Kafka'nın edebi kişiliği ile,ne yazdığıyla,ne düşündüğüyle pek de alakadar olmadan Milena'ya olan aşkını,ona yazdığı ince ve zarif satırlarını merak eder ve inceler çoğu kişi.Tıpkı Nietzsche'nin Salome'ye olan aşkı ile dimağımızda yer etmiş olması gibi.Evet,Milena'ya mektuplar edebi açıdan harikuladedir.Fakat ben yine de bu konuya değinmeden yazıma son vermek istiyorum.

''Karga''ların en tatlı dillisine selâm ederim.
İyi uykular.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder